Page 6 - 01
P. 6

kavramdır. Atatürk bu kavrama yeni bir boyut getirmiş ve “Muasır medeniyet seviyesine
                    erişme” deyimi ile çağdaşlaşmayı belirtmek ve anlatmak istemiştir. [2]

                    Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın, 1071 Malazgirt Savaşı sonucunda Anadolu’ya girişiyle,
                    Türklerin bölgeye yerleşmeye başlamasından sonra, Anadolu kıyılarında Türk gemileri ve
                    denizcileri görülmeye başlandı. Türklerin bu dönemdeki denizciliğinin temelinde, alaydan
                    yetişme anlayışı vardı. Bu nedenle okul eğitimi görmeden uygulamalı olarak denizci yetiştirme
                    şekli egemendi. [3] Okullaşma yeterli olmadığından genelde gençler, yaşlıların deneyimine
                    dayalı uzmanlaşmaya yönelik bir sistem ile eğitilirdi. Osmanlı tanımlamasıyla bu şekilde
                    yetişenlere “Alaylı”, bir okulda eğitim alarak yetişenlere de “Mektepli” denirdi. Bu nedenle
                    Alaylı-Mektepli çatışması sıkça her alanda karşılaşılan bir durumdur.

                    Osmanlı Donanması için gerekli personel 18. yüzyılın yarısına kadar, bir deniz okulundan
                    yetişen personelin yerine, babadan oğula ve ustadan çırağa geçen bir yöntemle uygulamalı
                    olarak sağlanırdı. Aynı dönemde batı devletleri, deniz savaşı sevk ve idaresinin bilim haline
                    geldiğini kabul ederek, deniz okulları açıp donanma personelinin bu okullarda teorik ve
                    uygulamalı olarak eğitmeye başlamışlardı. [4]

                    29 Mayıs 1453’de Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi, Osmanlılara yeni bir çağ açmanın
                    ötesinde, Akdeniz ve Karadeniz’in kilidini elde etme olanağını verdi. Dönemin en gelişmiş
                    ülkelerine kıyısı olan bu iki denizden ve denizlerden elde edilen canlı ve cansız ürünlerden
                    yararlanmanın, ancak güçlü yerli bir deniz gücü ile gerçeklenebileceğini çok iyi değerlendiren
                    Fatih Sultan Mehmet, 1455 de İstanbul’da o devrin büyük tersanelerini kurma çalışmalarına
                    başladı. Kurulacak tersane için yer olarak Haliç Kasımpaşa Deresi ve Camialtı Meydanı arasını
                    seçti. Bu düşünceyle 11 Aralık 1455 Perşembe günü birkaç göz gemi inşa yeri ile Kaptanpaşa
                    Divanhanesi ve cami inşaatını başlattı. Böylece Tersane-i Amire adıyla başlatılan gemi inşa
                    girişimleri sonunda, Haliç ve Kasımpaşa arası; zamanla Haliç, Camialtı, Taşkızak ve Hasköy
                    Tersaneleri’nden oluşan tersaneler bölgesi haline geldi. Bu tersanelerden günümüze kadar
                    kalabilen, eski canlılığında olmasa bile, sadece Haliç Tersanesi’dir. Haliç Tersanesi 1910 yılına
                    kadar Türk Deniz Kuvvetlerine hizmet etmiş, bu tarihten sonra sivil idareye devredilmiştir.
                    Daha sonra 1952 yılında kurulan Denizcilik Bankası T.A.O.’ya bağlanmıştır. Bunu takiben
                    sırasıyla Türkiye Gemi Sanayi ve Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne bağlanan tersane, son olarak
                    İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Hatları İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak hizmet
                    vermektedir.

                    Avrupa’da kilisenin etkisi dışında üniversiteler kurulurken, Osmanlılarda ilim kuruluşları
                    tamamen dini kurumların etkisine girmiştir. 1577 yılında Tophane’de Takiyüddin’e kurdurulan
                    büyük “Rasathane”, uğursuzluk getirir endişesiyle 1586 yılında, topa tutularak yıktırılınca,
                    Osmanlı Devleti’nde yeni bir rasathanenin kurulması ancak 331 yıl sonra 1911 yılında
                    gerçekleşmiştir. Pozitif bilimlerin koruyucusu olan Fatih Sultan Mehmet’ten kısa bir süre sonra,
                    dini bilimlere ağırlık verilmeye başlanması sonucunda, matematik dersi medreselerden
                    kaldırılmıştır. 1683 Viyana bozgunundan sonra, fen bilimlerinde çok geri kalındığının fark
                    edilmesi üzerine, 18. yüzyılın başında Damat İbrahim Paşa tarafından medreselere matematik
                    dersi yeniden konulmuştur. 19. yüzyılda Osmanlılarda batılılaşma kapsamında görülen bilimsel
                    faaliyetler, Avrupa’da yazılan kitaplardan çeviriler yapmaktan ileri gitmiyordu. [5]

                    19. Yüzyıldan itibaren iki yüksekokul tipi vardı. Biri İslam geleneklerine bağlı medrese denen
                    eski okul tipi, diğeri batı örneklerine göre yavaş yavaş biçimlenen laik bir eğitim sistemiydi.
                    Öğrencilerin yanı sıra hocaların da içinde yaşadığı bir yatılı okul olan medrese, bir çeşit ortaçağ

GiDB|DERGi Sayı 1, 2015
   1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11